GönderenKonu: MUNZURDAN DİYARBAKIR'A  (Okunma sayısı 109 defa)

Komünist

  • Site Yöneticisi
  • İleti: 11
  • Üyelik Tarihi: 26-07-2025
MUNZURDAN DİYARBAKIR'A
Tarih : 26-07-2025 Saat : 22:20

İBRAHİM KAYPAKKAYA

 

 Sen, ser verip de sır vermeyen yoldaşım!

Seni anlamak görmek kadar güzeldir. Geçmişini ve verdiğin mücadeleyi bilmek ve özümsemek seni anlamanın tek yoludur. Köy enstitüsü yıllarında almış olduğun ilham sonra ki yıllarda verdiğin örgütlü mücadelenin başlangıcı ve onurudur. Verdiğin kavganın bilinçaltına yerleşmiş öfke ve bilincidir. Ve şehirleri terk edip köylere ve köylülere yakın duruşun, bu uğurda dağları kendine yol edişin bu bilincin ve öfkenin taşıp dışa vurmasıdır.

 Sen kavgamızın yenilmez yoldaşı!

Mücadelemizin bayrağısın sen. Vartenikte karda, zemheride dimdik ayakta kalışınla yenilmezlik bayrağını daha yukarlara çekip korku saldın emperyalizmin yerli işbirlikçisi ağalara.  Munzur dağlarında avcıya teslim olmayan yaralı bir aslansın. Yaralı olmasına rağmen kükremesi ile dağları inleten, zalim avcılara korku salan bir aslan. Faşizmin iş birlikçi avcılarının yok edemediği korkulu rüyası dağların aslanısın.

 Sen geçmişten günümüze gelen öğüncüsün!

Kürecikten Varteniğe uzanan bir yolun sonunda Diyarbakır zindanlarını dize getirişin ile yolumuza tuttuğun ışık beyinlerimizi aydınlatmaya devam ediyor, etmeye devam edecekte.

 Diyarbakır zindanları dile gelse senin yiğitçe direnişinin öyküsünü anlatırdı gelen konuklarına, her bir parçanı kestiklerinde nasıl haykırdığını cellatların yüzlerine, tırnaklarını her çekişlerinde devrime inancını haykırırken deliye dönen cellatlara acını hissettirmeden gülümseyerek bakışların unutulur mu?

 Unutulmaz yoldaşım. Ne senin cellatların karşısında acıların hissettirmeden gülüp geçmen, davanı yaşamayı önünde tutman, işkencede çektiğin acılarla dalga geçmen asırlar geçse de unutulmaz yoldaşım. Diyarbakır zindanlarında gösterdiğin direngenlik, ser verip sır vermemek senden sonraki yetişen devrimcilere büyük bir önderlik oldu. Zulme ve işkenceye karşı direnişin, cellatları tedirgin etti. İşkence tezgâhlarında sen şaha kalkarken karşındaki oligarşik yapı küçülüyordu. Diyarbakır zindanlarını dili olsa da cellatları perişan edişini şimdiki nesile anlatsa. Anlatsa tırnakları çekilen yiğidin nasıl dayandığını, Can için cellada yalvarmadığını. Hani Pir Sultan abdal diyor ya;

 “Can için yalvarmam sana
Şahım şah bana darılır”

    İbrahim Kaypakkaya ’da aynen öyle dedi. Can için yalvarmam sana cellat uğraşma boş yere, önünde diz çökmem, sana boyun bükmem, tırnaklarımı çekmek dursun parmaklarımı lime lime edip doğrasan sözüm söz sözümden dönemem.
İşte böyle büyük devrimci, senin büyüklüğün burada yani Diyarbakır zindanlarında vermiş olduğun direngenlikte, cellattın yüzüne karşı haykırdığın tüm sözlerini birebir vücudunda uyguladılar ama seni konuşturamadılar. Diyarbakır zindanlarında cellatlar serini aldılar ama sırrını alamadılar.

İşte böyle, Hasanoğlan köy Enstitüsü’nde başlayan yolculuk Diyarbakır zindanlarında son bulsa da sen halkının gönlünde yaşamaya devam ediyorsun ve asırlar boyu da devam edeceksin.

 Anıların önünde saygı ile eğiliyorum.

 

Güne Merhaba
07.08.2009 


Komünist

  • Site Yöneticisi
  • İleti: 11
  • Üyelik Tarihi: 26-07-2025
RE:MUNZURDAN DİYARBAKIR'A
Tarih : 26-07-2025 Saat : 22:25

ANKARA KAPKARA

 

 Sonbahar gitmiş kış yüzünü göstermişti. Ama biz yine de oğlum ile Ankara’ya yolculuk yapmak için İstanbul’dan otobüse binip yola çıktık. Saat gece 24dü gösteriyordu. Otobüsümüz büyük bir hızla terminalden hareket etti. Bir müddet gittikten sonra oğlum bana sordu:

“Baba Ankara’ya kaçta varırız” dedi.

Bende “oğlum sabah Ankara’dayız” diye cevap verdim.

Oğlum cevabını aldıktan sonra kulaklıkları taktı müzik dinlemeye başladı. Yolculuk esnasında hiç uyuduğuna rastlamamıştım. Bu yolculukta da uyumaya niyetli değildi. Müzik dinleyerek kitap okumaya başladı. Bende yanıma aldığım Orhan Kemal ustanın “Murtaza” kitabını okumak için elime aldım.

 Bir müddet okuduktan sonra gözlerim kapanmaya başlıyordu. Göz kapaklarımı zorla açıyordum. Gözlerimde yakın görme zorluğu olduğundan kitap okuma çabuk yoruyor ve uykumu getiriyordu. Kitap elimde uyumuşum, Suphi beni, baba uyan Ankara’ya geldik diye uyandırana kadar. Zorla gözlerimi açtım Türk traktör köprüsüne gelmiştik. Telefonda saate ve tarihe baktım, Aralık 13 saatte 08’e geliyordu.

 Oğlum uzun, uzun camdan dışarı baktı ve bana döndü:

“Babacığım Ankara bugün neden böyle kapkara?” diye sordu.

Otogara varana kadar dışarı uzun, uzun baktıktan sonra Suphi’ye döndüm:

“Oğlum bugün 13 Aralık tabii ki Ankara kapkara olacak, aydınlık olacak hali yok ya!

 Suphi orta üçüncü sınıfa gidiyordu ama bazı şeyleri anlayıp kavrayabiliyordu. Neden isminin Mustafa Suphi olduğunu, İbrahim Kaypakkaya’nın neden öldürüldüğünü her fırsatta sorup öğrenmeye çalıştığı gibi, benim anlatmalarımla yetinmeyip kitaplarda ve internette daha derin araştırmalar yapmaya başlayıp çok şeyleri de kavradığı gibi bunu da derinlemesine sormaya başladı.

 “Babacığım 13 Aralığın Ankara’yı kapkara edecek neyi var?” “Sıradan bir kış günü değil mi?”

 Ne demeliydim? Nasıl anlatmalıydım? Bu kapkara 13 Aralık gününü, öyle anlatılması zor bir gün idi ki, acıların Ankara dışına taştığı ve tüm yurdu hatta yurt dışına ulaştığı bir gün olduğunu. Ama yine de anlatacaktım bu kara günü anlatmasına da otobüs aşti otogarına girmişti. Çantalarımızı aldık çıktık. Metroya binmek için yürüdük 10 dakika sonra metroya bindik. Metro yer altında hızla yol alarak gidiyordu. Yer altından yolculuk ettiğimizden Ankara’nın o kapkara yüzünü göremiyorduk.

 Metro yolculuğumuz kısa süreceğinden Suphi’nin sorusuna cevap vermemiştim. Çünkü yolculuk kısa sorunun cevabı uzundu. Kızılay durağına geldiğimizde Suphi sorusunu tekrarladı ve ekledi:

 “Babacığım Ankara’nın sadece 13 Aralığı mı kara?”

“Yok, oğul, Ankara’nın kara günü çoktur.”

 Dedim.

“Anlatmayacak mısın peki?”

“Anlatacağım oğul, fakat yol kısa soruyun cevabı uzun, dönüş yolunda anlatayım.”

“Peki, babacığım, dedi.”

 Bir daha da sormadı. Beş dakika sonra da dikim evi durağında metrodan indik Ankara’nın kapkara havasını tekrar soluyarak kalan yolumuza devam etmek için minibüse bindik.

 Tahmini yarım saat sonra minibüsten de inip ağabeyimlere varabildik. Hoş beşten sonra Suphi bana sorduğu soruyu amcasına da sordu:

 “Amca Ankara neden bu gün kapkara?”

“Yeğenim bu gün 13 Aralık, Ankara’nın en kara günü” diye cevapladı Suphi’nin sorusunu. Suphi bu cevaptan tatmin olmamış bir tavırla!

 “Amcacığım bu soruyu babama da sordum aynı cevabı verdi, fakat neden bu gün en kara gün olduğunu söylemedi”

Ağabeyim tekrar cevap yerine:

“Yeğenim o sorunun en iyi cevabını baban verebilir. Çünkü o günleri en anlamlı o açıklar.”

Burada konuşmaya ben dâhil oldum ve Suphi’ye,

“Oğlum cevabı uzun,  yolumuz kısa diye metroda anlatmadım, âmâ anlatacağımı söyledim.”

 Şimdi kulağını bana ver ve anlatacaklarımı iyi dinle. Anlattıklarımı da içselleştireceksen dinle buradan çıkınca unutacaksan dinlemeyebilirsin. O zaman sana bir şey söylemem ama dinleyip de ileride bunların bir kelimesini bile unutursan tavrım başka olur.

“Bak oğul 1980 faşist darbesi 17 yaşında Erdal Eren’i yaşını büyütüp idam etti. Daha Erdal 17’sinde idi yaşı bile tutmuyordu. Fakat faşist Kenan Evren yaşını büyütüp hiç bekletmeden 13 Aralık’ta idam sehpasına çıkardı, o gün bugündür Ankara kapkaradır, faşistler hesap vermedikçe de aydınlanmaz.

Yani demem o ki bu karanlık kolay kolay aydınlanmaz. Şimdi anladın mı oğul Ankara 13 Aralık’ta neden karanlık?”

“Ama babacığım denizlerde Ankara’da idam edilmedi mi? 6 Mayıs şafağı karanlık değil mi?”

“6 Mayıs şafağı da karanlık oğul, Ankara’nın tarihinde başka karanlık günler de var. Hepsi de bizim için önemlidir oğul.”

“peki, 13 Aralık neden öne çıkıyor? 13 Aralık öne çıkartan nesne nedir?”

“oğul, 13 Aralığı öne çıkaran yaşı küçük bir çocuğun idam edilmesiydi. Yani yasalarda bile yeri olmayan, idam yasasını yaşı tutmayan bir çocuğun yaşının büyütülüp faşist diktatörlerin idam etmesidir, sanırım anlaşılmıştır. ”şunu da ekleyeyim oğul, insanlık yaşadıkça bugünü unutmayacak ve de unutturmayacak, sen de unutma unutturma bugünü çünkü sen Mustafa Suphi’sin, yani bir Komünistsin, komünist olmak o kadar kolay değil oğul bunu bil ve ona göre hareket et.”

“kısacası oğul, unutamayacağımız o kadar çok günler ve yoldaşlar var ki, o kadar çok yüzü kara yerler var ki hepsini belleğimize kazımalıyız. Ve her zaman her yerde aklımızda, benliğimizde taşımalıyız.

Aklında bulunsun diye birkaçını ben sana hatırlatayım! Nurhak dağlarında Sinan Cemgil ve yoldaşları,

Kızıldere’de Mahir Çayan ve yoldaşları, 6 Mayıs şafağında Deniz gezmişler. Diyarbakır zindanlarında işkencede ser verip sır vermeyen İbrahim Kaypakkaya, 13 Aralık’ta Erdal Eren ve 1980 sonrası idam edilen suçsuz devrimciler.

Bu kadarla da bitmez 1978’de Maraş katliamı, 1980’de Çorum katliamı, 1993’te Sivas vahşeti, 1995’te İstanbul Gazi katliamı, bunlar sen doğmadan olanlar bir de sen doğunca olanlar var. Öyle çok ki oğul hangi birini sayayım, senin de hatırlayacağın Roboski katliamı, Suruç katliamı ve en çok kanlısı da en az 104 canımızın katledildiği Ankara gar katliamıdır. Bu olaylar asırlar geçse de unutulmayacak lanetle anılacaktır. Sen de yaşadığın sürece bu günleri unutma oğul!

 

Güne Merhaba
18.08.2018