BABAMA DÜŞSEL MEKTUP
Sevgili babacığım sana bu mektubu yazmak için tam 15 yıl bekledim, tam 15 yıl, dile kolay, söylemesi kolay ama yazması zor bir mektup, zorda olsa yazmaya başladım. Biliyorum, diyeceksin, oğlum mektup yazmada tembelsin, askerde bile ayda bir mektubu zor yazıyordun! Şimdi adresimi bilmeden nereye göndereyim diye bahanende hazır, hal bu ki adresim çok kolay değil mi? Açık seçik bir adres değil mi? Yeter ki sen mektubu yazmayı başar bana ulaşması kolay diyorsun. Kolay olduğunu biliyorum da mektuba ne yazacağımı bilemiyorum. Bildiklerimi yazmaya da elim gitmiyor. Elim gitse kalbim dayanmıyor.
Zaten öyle zamansız ve erken bizi koyup gittin ki acelen neydi anlayamadım. Belki de bu mektubu yazmayı 15 yıl beklemem bundan da olabilir. Bizi terk edip gittiğini bir türlü kabullenemediğimden de olabilir. Onu da anlayamadım. Son zamanlar da birbirimizi sık görmesek de haftada bir telefonda da olsa sesini duymak bana çok iyi gelirdi. Telefonda bana bağırsan da sesini özlerdim. Şimdi yine olsan da bana bağırsan diyorum ama olmuyor babacığım. Yok, artık o sesini duyamıyorum. Yüzünü göremiyorum. İnanır mısın 15 yılda bir kes olsun rüyamda bile görmedim. Bu kadar mı olur anlayamadım. Hal bu ki rüyada olsa görmeyi o kadar çok istiyordum ki! O kadar ihtiyacım vardı ki sana, sohbet etmeye, derdimi, sorunlarımı anlatmaya, içinde yaşadığımız son 23 yılın zulmünü seninle tartışmaya, ama olmadı.
Hani
Hüzünlü gecelerimde
Kapımı çalıp
Oğlum diye seslenirdin ya!
Şimdi hüzünler içindeyim
Sen yoksun
Kapımı çalanda yok…
Oğlum diyende
Nereye gittin?
Gerçekten babacığım nereye gittin? Giderken düşünmedin mi? Oğlumun kapısını kim çalarda hatırını sorar diye! Gecenin karanlığında kim seslenir oğlum diye, düşündün mü hiç? Sen gideli kimse ne hüzünlü gecelerimde kapımı çaldı, ne halimi sordu, senin sorduğun gibi, oğlum diye, işte o zaman anladım senin gittiğini. Bir daha yanım da olamayacağını kabullenmesem de anlamış oldum. Yine de kapıyı vurup oğlum hala oturuyor musun diyeceksin diye umutlanıyorum. Umutlarımı da yitirmek istemiyorum. Yani kısacası tartıştığımız günleri dahi çok özlüyorum.
Babacığım aramızdan bedenen ayrılışının 15. yılındayız. 15 yıl oldu sen gideli, ama bir gün bile unutamadım. Belki diyeceksin, unutamadın da bu güne kadar neden tek satır yazmadın. Yukarı satırlarda belirttiğim hususlar olduğu gibi insan sevdiğini buz gibi toprağın altına koymayı kabullenemiyor. Kabullenemedim de! O nedenle toprağa korken tutamadım bir kenarından. Belki bu durumu görenler beni yadırgamış olabilir. Çünkü onlar bilemezler yüreğimde kopan fırtınanın büyüklüğünü. Bilemezler babacığım seni toprağa bırakamayacağımı, ama bıraktım geldim. Nedeni ne dersen? Bir türlü, yerin dibine batasıca dini ananeleri kıramadık. Bazı şeyleri değiştirmek bir benim inanmamamla yaşama geçmiyor. Hani sende derdin ya! Dünyayı sen mi değiştireceksin oğlum diye. Dünyayı değiştiremesem de bir yerden başlamak olmaz mı? Derdim. Bu konu da köyümüzün tutumunu sen benden daha iyi biliyorsun. Şu anda değişen bir şey yok. Değişeceğini de sanmıyorum, ama bende pes etmeyeceğim.
İşte böyle babacığım yine kafanı ağrıttım kendi sorunlarım ile ama seninle dertleşmesem de olmazdı. Burada biraz kendimden ve bizden bahsedeyim. 2016 da emekli oldum. Babacığım ama çalışmaya devam ediyorum. Neden mi? Söyleyim! Hep bir evim olmadığı için üzülürdün ya! Üzülme artık. Emekli olunca kredi ile Antalya’dan ufakta olsa başımızı sokacak bir ev aldık. Antalya ne alaka diyeceksin. Torunun Mustafa Suphi Antalya’yı istedi de ondan. Biliyorsun amcamlarda Antalya da oturuyordu. Oturuyordu diyorum çünkü şimdi onlarda yok. Cevap vermediğine göre görüşemediniz o taraf da sanırım. Hal bu ki hem yengemden hem amcamdan anneme de sana da selam göndermiştim. Demek ki yanına uğramadılar, her an uğraya bilirlerde. Çünkü Bahar yengemi yolcu edeli iki yıl oldu. Amcamı uğurlayalı da yedi ay oldu. Yani giderken bize hatıra bıraktığın değerleri de çok çabuk kaybettik. İnan ki babacığım son günlerinde de olsa yanlarında olduğumdan çok mutlu oldum. Görüştüğünüzde amcam sana anlatacaktır. Yani onları da yolcu ettikten sonra yine yalnız kalmıştım Antalya da.
Yine çenen düştü oğlum diyeceksin ama 15 yılda bir mektup yazarsan anlatacaklarda haliyle çok oluyor. Köyde iken de konuşmadığımdan şikâyetçi olurdun.
“Oğlum kafanı kitaptan kaldır da iki laf edelim” derdin.
Ama konuşmaya başladığımızda da çok derinlere dalıyorsun oğlum derdin ve başlardın öğütlerine!
“Oğlum dünyayı sen mi düzelteceksin? Sen başkası gibi görmeden gelip, işine baksana” derdin.
Aynen 1979 sıkıyönetimce gözaltına alındığımda da korku ve kaygılar içinde yavaş yavaş, bağırmadan nasihat eder gibi fırçaladığın gibi, yine fırçalıyordun. İnanır mısın babacığım o zamanda zoruma gitmiyordu şimdide zoruma gitmiyor. Babanın söyledikleri evladın hiç zoruna gider mi? Şimdi o nasihatlerin daha ağrını bile arıyorum ama sen yoksun ve gelmeye de hiç niyetin yok.
Senin o zaman taşıdığın kaygıları ben yaşıyorum. Torunun Mustafa Suphi benden de ileride, ama ne yaptığını bilerek ilerliyor. Çoğu zaman oturup benimle tartışıyor. Senin bana söylediğin gibi bende ona nasihat ediyorum.
“ Sen önce okulunu bitir ekmeğini eline al oğlum” diyorum.
O yine de bildiğini okuyor. Bu hareketleri hoşuma da gidiyor ama öyle kötü ortamdayız ki senin bana duyduğun kaygıları bende ondan duyuyorum. Benim yaptığım hataları yapmasın istiyorum. Önce okulunu bitirsin istiyorum.
Durumlar bundan ibaret babacığım, daha anlatacaklarım da bitmedi. Suphi büyüdü, ortaokulu İstanbul da bitirdi. Liseyi Antalya da bitirdi. Bir görsen koskoca adam oldu. Şu anda da sıkı bir çalışma ile üniversiteye hazırlanıyor. Senide hiç unutmuyor. Senden söz açılsa hep iç çekiyor, göz muslukları açılıyor.
Tuğbayı da gelin ettik. Düğüne gelirsin diye bekledim. Belki karşılıklı iki kadeh rakıda içeriz diye düşündüm, ama olmadı. Çünkü 19 yıla yakındır karşılıklı iki kadeh içmemiştik. Düğünü bahane edip bu hasreti bitiririz diye düşünmüştüm. Tuğba evden giderken birlikte ağlarız sanmıştım, oda olmadı. Gözlerim doldu ama ağlayamadım. İçmedin mi oğlum diye sorarsan, içtim, ama seninle içmek başka olurdu babacığım.