GönderenKonu: Halkçı Yazın  (Okunma sayısı 73 defa)

Güne merhaba

  • Site Yöneticisi
  • İleti: 14
  • Üyelik Tarihi: 13-07-2025
Halkçı Yazın
Tarih : 18-07-2025 Saat : 20:42

BABAMA DÜŞSEL MEKTUP

 

Sevgili babacığım sana bu mektubu yazmak için tam 15 yıl bekledim, tam 15 yıl, dile kolay, söylemesi kolay ama yazması zor bir mektup, zorda olsa yazmaya başladım. Biliyorum, diyeceksin, oğlum mektup yazmada tembelsin, askerde bile ayda bir mektubu zor yazıyordun! Şimdi adresimi bilmeden nereye göndereyim diye bahanende hazır, hal bu ki adresim çok kolay değil mi? Açık seçik bir adres değil mi? Yeter ki sen mektubu yazmayı başar bana ulaşması kolay diyorsun. Kolay olduğunu biliyorum da mektuba ne yazacağımı bilemiyorum. Bildiklerimi yazmaya da elim gitmiyor. Elim gitse kalbim dayanmıyor.

 Zaten öyle zamansız ve erken bizi koyup gittin ki acelen neydi anlayamadım. Belki de bu mektubu yazmayı 15 yıl beklemem bundan da olabilir. Bizi terk edip gittiğini bir türlü kabullenemediğimden de olabilir. Onu da anlayamadım. Son zamanlar da birbirimizi sık görmesek de haftada bir telefonda da olsa sesini duymak bana çok iyi gelirdi. Telefonda bana bağırsan da sesini özlerdim. Şimdi yine olsan da bana bağırsan diyorum ama olmuyor babacığım. Yok, artık o sesini duyamıyorum. Yüzünü göremiyorum. İnanır mısın 15 yılda bir kes olsun rüyamda bile görmedim. Bu kadar mı olur anlayamadım. Hal bu ki rüyada olsa görmeyi o kadar çok istiyordum ki! O kadar ihtiyacım vardı ki sana, sohbet etmeye, derdimi, sorunlarımı anlatmaya, içinde yaşadığımız son 23 yılın zulmünü seninle tartışmaya, ama olmadı.

 

Hani

Hüzünlü gecelerimde

Kapımı çalıp

Oğlum diye seslenirdin ya!

Şimdi hüzünler içindeyim

Sen yoksun

Kapımı çalanda yok…

Oğlum diyende

Nereye gittin?

 

Gerçekten babacığım nereye gittin? Giderken düşünmedin mi? Oğlumun kapısını kim çalarda hatırını sorar diye! Gecenin karanlığında kim seslenir oğlum diye,  düşündün mü hiç? Sen gideli kimse ne hüzünlü gecelerimde kapımı çaldı, ne halimi sordu, senin sorduğun gibi, oğlum diye, işte o zaman anladım senin gittiğini. Bir daha yanım da olamayacağını kabullenmesem de anlamış oldum. Yine de kapıyı vurup oğlum hala oturuyor musun diyeceksin diye umutlanıyorum. Umutlarımı da yitirmek istemiyorum. Yani kısacası tartıştığımız günleri dahi çok özlüyorum.

Babacığım aramızdan bedenen ayrılışının 15. yılındayız. 15 yıl oldu sen gideli, ama bir gün bile unutamadım. Belki diyeceksin, unutamadın da bu güne kadar neden tek satır yazmadın.  Yukarı satırlarda belirttiğim hususlar olduğu gibi insan sevdiğini buz gibi toprağın altına koymayı kabullenemiyor. Kabullenemedim de! O nedenle toprağa korken tutamadım bir kenarından. Belki bu durumu görenler beni yadırgamış olabilir. Çünkü onlar bilemezler yüreğimde kopan fırtınanın büyüklüğünü. Bilemezler babacığım seni toprağa bırakamayacağımı, ama bıraktım geldim. Nedeni ne dersen? Bir türlü, yerin dibine batasıca dini ananeleri kıramadık. Bazı şeyleri değiştirmek bir benim inanmamamla yaşama geçmiyor. Hani sende derdin ya! Dünyayı sen mi değiştireceksin oğlum diye. Dünyayı değiştiremesem de bir yerden başlamak olmaz mı? Derdim. Bu konu da köyümüzün tutumunu sen benden daha iyi biliyorsun. Şu anda değişen bir şey yok. Değişeceğini de sanmıyorum, ama bende pes etmeyeceğim.

İşte böyle babacığım yine kafanı ağrıttım kendi sorunlarım ile ama seninle dertleşmesem de olmazdı. Burada biraz kendimden ve bizden bahsedeyim. 2016 da emekli oldum. Babacığım ama çalışmaya devam ediyorum. Neden mi? Söyleyim! Hep bir evim olmadığı için üzülürdün ya! Üzülme artık. Emekli olunca kredi ile Antalya’dan ufakta olsa başımızı sokacak bir ev aldık. Antalya ne alaka diyeceksin. Torunun Mustafa Suphi Antalya’yı istedi de ondan. Biliyorsun amcamlarda Antalya da oturuyordu. Oturuyordu diyorum çünkü şimdi onlarda yok. Cevap vermediğine göre görüşemediniz o taraf da sanırım. Hal bu ki hem yengemden hem amcamdan anneme de sana da selam göndermiştim. Demek ki yanına uğramadılar, her an uğraya bilirlerde. Çünkü Bahar yengemi yolcu edeli iki yıl oldu. Amcamı uğurlayalı da yedi ay oldu. Yani giderken bize hatıra bıraktığın değerleri de çok çabuk kaybettik. İnan ki babacığım son günlerinde de olsa yanlarında olduğumdan çok mutlu oldum. Görüştüğünüzde amcam sana anlatacaktır. Yani onları da yolcu ettikten sonra yine yalnız kalmıştım Antalya da.

Yine çenen düştü oğlum diyeceksin ama 15 yılda bir mektup yazarsan anlatacaklarda haliyle çok oluyor. Köyde iken de konuşmadığımdan şikâyetçi olurdun.

“Oğlum kafanı kitaptan kaldır da iki laf edelim” derdin.

Ama konuşmaya başladığımızda da çok derinlere dalıyorsun oğlum derdin ve başlardın öğütlerine!

“Oğlum dünyayı sen mi düzelteceksin? Sen başkası gibi görmeden gelip, işine baksana” derdin.

Aynen 1979 sıkıyönetimce gözaltına alındığımda da korku ve kaygılar içinde yavaş yavaş, bağırmadan nasihat eder gibi fırçaladığın gibi, yine fırçalıyordun. İnanır mısın babacığım o zamanda zoruma gitmiyordu şimdide zoruma gitmiyor. Babanın söyledikleri evladın hiç zoruna gider mi? Şimdi o nasihatlerin daha ağrını bile arıyorum ama sen yoksun ve gelmeye de hiç niyetin yok.

  Senin o zaman taşıdığın kaygıları ben yaşıyorum. Torunun Mustafa Suphi benden de ileride, ama ne yaptığını bilerek ilerliyor. Çoğu zaman oturup benimle tartışıyor. Senin bana söylediğin gibi bende ona nasihat ediyorum.

“ Sen önce okulunu bitir ekmeğini eline al oğlum” diyorum.

O yine de bildiğini okuyor. Bu hareketleri hoşuma da gidiyor ama öyle kötü ortamdayız ki senin bana duyduğun kaygıları bende ondan duyuyorum. Benim yaptığım hataları yapmasın istiyorum. Önce okulunu bitirsin istiyorum.

 Durumlar bundan ibaret babacığım, daha anlatacaklarım da bitmedi. Suphi büyüdü, ortaokulu İstanbul da bitirdi. Liseyi Antalya da bitirdi. Bir görsen koskoca adam oldu. Şu anda da sıkı bir çalışma ile üniversiteye hazırlanıyor. Senide hiç unutmuyor. Senden söz açılsa hep iç çekiyor, göz muslukları açılıyor.

Tuğbayı da gelin ettik. Düğüne gelirsin diye bekledim. Belki karşılıklı iki kadeh rakıda içeriz diye düşündüm, ama olmadı. Çünkü 19 yıla yakındır karşılıklı iki kadeh içmemiştik. Düğünü bahane edip bu hasreti bitiririz diye düşünmüştüm. Tuğba evden giderken birlikte ağlarız sanmıştım, oda olmadı. Gözlerim doldu ama ağlayamadım. İçmedin mi oğlum diye sorarsan, içtim, ama seninle içmek başka olurdu babacığım.


Güne merhaba

  • Site Yöneticisi
  • İleti: 14
  • Üyelik Tarihi: 13-07-2025
RE:Halkçı Yazın
Tarih : 18-07-2025 Saat : 20:50

BABAMIN MEKTUBU

 

  

Gurbet, çocuk yüreğime oturmuştu ki, günler ay oluyor aylar yıl oluyordu. Gündüzler neyse akşam oluyordu ama geceler sanki sabah olmak bilmiyordu. İlkokuldan çıkınca babam beni Ankara’ya amcamlara bıraktı köye döndü, bu bana zor olmuştu. Bir hafta sonra kaynakçıda çırak olarak başladım. İşten eve evden işe yürüyerek gidip geliyordum. Okul yanlarından geçerken bahçede oynayan öğrencilere bakar kalırdım. Çünkü aklım fikrim hep okumakta idi fakat okumak bana uzak görünüyordu. Ta ki abimin Ankara’ya gelip beni iş yerinde ziyaret ettiği güne kadar.

  Abim Ankara’ya çalışmaya gelmişti. Kir pas içinde çalıştığımı görünce hemen işi bırak kardeşim, sen okuyacaksın dedi.

“Dedim: Abi nasıl olacak? Durumlar ortada, babamın maddi durumu buna el vermiyor.”

“Sen köye gidip parasız yatılı okul sınavlarına hazırlanacaksın ”dedi.

İki aylık çıraklık yaşamımı o an noktalayıp köye dönmeye karar verdik ve ben bir hafta sonra köye döndüm. Sınavlara kadar bilgilerimi tazelemek ve daha etkin çalışmak için okula gidip gelmeye başladım. O sene parasız yatılı sınavlarını kazandım. Ankara Atatürk Lisesi yatılı bölümüne girmeyi hak kazandım.

Köyden yeni çıkmışım, büyük Şehirle yeni karşılaşmışım, alışması da zaman alacağına benziyordu.

Fakat alışmaya mecburdum.

 Ve gözümün önüne babam ile köyden ayrıldığım o ilk gün bir filim şeridi gibi geliyor. İlkokuldan sonra Ankara’ya gidişim geliyor. Hem çok seviniyorum, hem içimde bir burukluk başlıyordu.

  Otobüsümüz kıvrıla kıvrıla Elmadağ’ın rampa ve kötü yolunu ağır ağır ilerleyerek çıkıyordu. Ankara’ya da yaklaşmış bulunuyorduk. İçimde ki hasrette büyümeye başlamıştı. Babamın anlattıklarını sanırsın hiç duymuyorum ya da anlamıyordum. Ama babam hala anlatmaya devam ediyordu. Geçtiğimiz yol üzerinde ki şehirleri ve köyleri bana anlatıyor, ismini söylüyor, geçmişine dair bildiklerini bana aktarıyordu. Elmadağ’a çıkacağımız son dönemeç ve son rampada, iki dağ arasında ki tren yolunun öbür geçesinde ki tepenin üzerinde ki yerleşim yerine burası asi Yozgat dedi, ben sadece burayı anladım. Babam devamında şimdi bura Elmadağ’ın bir parçası, yani Elmadağ’a bağlanmıştır dedi.

 Oğul, Bahar da geliyor. Doğadaki börtü böcek, tüm canlılar uyanmaya başladı. Görsen dallar yemyeşil.

Toprak yemyeşil, her bir taraftan cıvıl cıvıl kuş sesleri geliyor. Bir senin sesin yok oğlum kulağımı çınlatan evimizin dört köşesinde yankı yapan. İşte ben bundan yalnızım oğlum. Senin hasretinden özleminden kısacası yokluğundan yalnızım oğul.

 

Kış gelsin dedik bekledik gelirsin diye, gelmedin. Bahar gelsin dedik Bahar da geldi geçti gelmedin oğlum. Ağaçlar çiçeğini açtı meyveye durdu gelmedin oğlum. Umudumuzu yaza bağladık, şunun şurasında ne kaldı yaza, başaklar sararmaya başladı. Arılar bal yapmaya, Anan diyor ki oğul bu dertler içerimde kışladı. Yeter gel oğul.

 Oğul başaklar sararmaya başladı demiştim. Sıcaklar birden bastırdı hasat erken geldi. Adamı olanlar orağını harmanını kaldırıyor oğul. Sen gelsen bile harman orak yapacak değilsin, zaten eskisi gibi de değil, köylünün çoğu Harmanı orağını biçerdövere kaldırttırıyor. Senelerdir biz de öyle yapıyoruz Oğul. Eskiden aylarca süren harman olarak işleri şimdi 10 gün bile sürmüyor. Bu makineleşme denen şey ne güzelmiş oğul. Ya makineler geç geldi ya da biz anamızdan erken geldik dünyaya, çünkü bu toprakları ekip biçmek için çok uğraştık oğul.

 Şarlafık bağlarında eskisi gibi üzüm de yok. Nasıl olsun oğul oralara bakan da yok. Boşa dememişler bakarsan bağ bakmazsan dağ olur diye, Şarlafık bağları da aynen öyle oldu. Bunu niye anlattım oğul, çünkü sen Şarlafık bağlarının üzümünü çok severdin, üzümler daha olmadı ama bağ bozumu zamanına yetişirsen yiyeceğin kadar üzümümüzde var. Şarlafığın sadece üzümünü değil oğlum şelalesinin altında yıkanmayı da çok severdin ama şimdi o şelaleden eser kalmadı. Çünkü derede su kalmadı oğul, sular kendi mezarlarına çekildi gitti. Hem bağlarımız hem de şelale susuz kaldı. Ama yine de oraların doğası çok güzel, yani gelip görmeni değer oğul.

 Babam mektubunda bana sitem ediyordu. Köye daha sık gelmediğim için, bana özlemlerini dile getiriyordu. Hani haksız da değildi. Öğrencilik hayatım, gençlik hayatım hep gurbet elde geçti. Köye çok uğradığımda yoktu. O nedenle annem babam özlem çekiyorlardı. Ben onların özlemini çekiyordum. Köyümün dağının taşının kurdunun kuşunun her bir yerinin özlemini çekiyordum. Fakat gurbet öyle yapışmıştı ki yakama bir türlü bırakıp gidemiyordum. Sıla özlemi ile gurbet ele yaslandıkça yaslanıyordum.

 


Komünist

  • Site Yöneticisi
  • İleti: 11
  • Üyelik Tarihi: 26-07-2025
RE:Halkçı Yazın
Tarih : 18-07-2025 Saat : 21:56

TOPRAK EMEKÇİLERİ

 

Yakıcı güneşin altında

Yırtarken ellerini çakırdikenleri

Verdikleri yaşam mücadelesinde toprağa damlıyordu alın terleri

Üşütüyordu yine de,

Ağustosun sıcağı, toprak emekçilerini..


Yanıyordu beyinleri, çaresizlikten güneşin altında kıvranırken toprak emekçileri

Debeleniyorlardı düştükleri cenderede,

Ayakta durabilmek için,

Kavrulsa da ter içinde yanan bedenleri,

Savaşıyorlardı toprakla ellerinden kızıl kanlar saçarak.

Yürüyorlardı yalın ayakla

Güneşin ışınları ile yanmış toprakların üstünde.

Çatlamış tabanları ile

İşliyorlardı toprağı boğazı tokluğuna

Toprak testilerden buz gibi suları içerek..

Ve boyunlarını büküyorlardı kader deyip, asilik sayıyorlardı başkaldırmayı, ezilseler de yoksulluğun altında.

Karınları doymasa da!

 Beyleri doyuruyorlardı ya yetiyordu onlara.

İşledikleri toprağın her karışındaki alın terleri ile yanarken güneşin altında, boğazı tokluğuna..

Ve yorgun bir günün ardından döndüklerinde evlerine, bitkin bir şekilde mecalsiz düşüyorlardı topraktan yapılmış sedirlerine, yeni doğacak günü karşılayana dek.

Yeni gün doğduğunda, hayatın çilesi, yaşamın işkencesi yine başlıyordu toprak emekçileri için. Ve onlar için yaşam böyle devam edip gidiyordu. Ya bir kazaya kurban ya da bir ırkçı saldırıya faili meçhul olana kadar! Geride kalanlarda değişen bir şey olmuyordu, yaşamak onlara bir çile olsa da hep şükrediyorlardı. Çünkü kendi yaşamlarını en iyi şekilde sürdürenler onlara şükretmeyi öğretiyorlar, yoksa isyankâr olacaklarını söylüyorlardı.

 

 Beylice köyü

12.07.1985


Komünist

  • Site Yöneticisi
  • İleti: 11
  • Üyelik Tarihi: 26-07-2025
RE:Halkçı Yazın
Tarih : 09-08-2025 Saat : 20:00